Eğitim

Üniversiteler 3 yıla mı düşüyor? YÖK Başkanı Özvar 'Bir ilk' diye duyurdu

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, 'Üçüncü bir sömestırı da dahil etmek için uğraşıyoruz. Öğrenciler yine 8 sömestri, üç yıl içinde bitirebileceklerdir. Bu uygulama, Türkiye’de ilk kez hayata geçirilecek bir modeldir' dedi.

Üniversiteler 3 yıla mı düşüyor? YÖK Başkanı Özvar 'Bir ilk' diye duyurdu
20-12-2025 12:43

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, CNN Türk'te eğitim gündemine dair soruları yanıtladı. 

Özvar'ın açıklamalarından satır başları şöyle;

"Türkiye’de yükseköğretim sistemi, son 20 yılda en fazla genişleyen sistemlerden biri olmuştur. Bugün itibarıyla Türkiye’de 208 üniversite bulunmaktadır. Bu üniversitelerde 186 binin üzerinde öğretim elemanı görev yapmaktadır. Türkiye’nin yükseköğretim sistemini belki de en iyi karakterize eden özelliklerden biri, erişilebilir hâle gelmiş olmasıdır. Son 20 yılda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın girişimleriyle birlikte yükseköğretim kapasitemizde fevkalade önemli gelişmeler yaşanmıştır.

Bugün itibarıyla Türkiye’nin kapasite bakımından son 20 yılda kat ettiği mesafenin, Hindistan ile mukayese edilebilir düzeyde olduğunu ifade etmek isterim. Şu an itibarıyla Yükseköğretim Sistemi içerisinde güncel bir rakam paylaşmak isterim: Türkiye’de 6 milyon 482 bin 197 üniversite öğrencisi bulunmaktadır. Ancak bu rakamın biraz açılması gerekir.

6 milyon öğrencinin tamamı kampüslerde mi? Hayır. Bu öğrencileri iki gruba ayırmak gerekir. Birinci grupta örgün eğitim gören öğrencilerimiz yer almaktadır. İkinci grupta ise açık öğretim öğrencilerimiz bulunmaktadır.

Örgün eğitim dediğimizde, kampüslere giderek fiziksel olarak eğitim alan öğrencilerden bahsediyoruz. Bu kapsamda, şu anda örgün eğitimde 3 milyon 696 bin 554 öğrencimiz bulunmaktadır. Bu öğrencilerin yaklaşık 2,5 milyonu lisans öğrencisidir. Yaklaşık 1 milyon 130 bin öğrenci ise ön lisans programlarında öğrenim görmektedir.

Dolayısıyla dört yıllık programlara devam eden öğrenci sayımız yaklaşık 2,5 milyon civarındadır. Kampüslerde fiilen bulunan toplam öğrenci sayısı ise yaklaşık 3 milyon 700 bindir. Açık öğretimde ise yaklaşık 2 milyon 785 bin öğrenci bulunmaktadır.

Burada vurgulanması gereken önemli bir husus şudur: Yükseköğretim sistemimizde örgün eğitimde kayıtlı öğrencilerin, toplam öğrenci sayısı içerisindeki oranı yüzde 57’dir.

ÜNİVERSİTELERİN KALİTESİ YETERLİ Mİ?

Kalite konusunda şunu özellikle ifade etmek isterim: Yükseköğretim Kurulu’nun temel hedeflerinden biri, eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve sosyal sorumluluk alanlarında üniversitelerimizin sunduğu hizmetleri en üst seviyeye çıkarmaktır.

Şunu açıkça söyleyebilirim; Türkiye’de ön lisans ve lisans düzeyinde verilen eğitimin kalitesinden hiçbir şüphem yok. Tüm üniversitelerimizdeki programların yeterlilikleri ve öğrenim kazanımları bugün Avrupa standartlarındadır. Türkiye’de alınan herhangi bir diploma, Avrupa’da ve dünyanın birçok ülkesinde geçerlidir.

Elbette bu kalitenin daha da iyileştirilmesi gereken yönleri vardır. Zaten bizim çabamız da bu yöndedir. Ancak şunu vurgulamamız gerekir: Verdiğimiz eğitimin en dikkat çekici ve cazip yönlerinden biri, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için değil, uluslararası öğrenciler açısından da güçlü bir çekim merkezi olmasıdır. Eğer eğitim kalitemizden şüphe edilseydi, bugün 378 bine ulaşan uluslararası öğrenci sayısına erişemezdik.

Bu açıdan bakıldığında, yükseköğretim sistemimizin hem kapasite hem de kalite bakımından iyi bir seviyede olduğunu, ancak gelişime açık alanlarının da bulunduğunu söylemek isterim.

Şu anda Türkiye’de 378 bin uluslararası öğrenci eğitim görüyor. Burada şu hususun altını çizmem gerekir: Türkiye, 198 farklı ülkeden öğrenci kabul etmektedir. Bu öğrencilerin yüzde 96’sı, hatta yüzde 96,5’i kendi imkânlarıyla, kendi bütçeleriyle eğitim almaktadır.

Bazen “Bu öğrenciler kamu kaynaklarına yük mü oluyor?” şeklinde sorular gündeme geliyor. Hayır, tam tersine. Kamu kaynaklarını kullanmıyorlar; bilakis ülke ekonomisine ciddi katkı sağlıyorlar.

Türkiye, bu yıl uluslararası öğrenci barındırma açısından Fransa’yı geride bıraktı ve dünyada altıncı sıraya yükseldi. Elbette komşu ülkelerimizden, Türk dünyasından, İslam coğrafyasından yoğunlukla öğrencilerimiz var. Bunun yanı sıra Afrika’dan, Avrupa’dan, Japonya’dan, Amerika’dan, Güney Amerika’dan, hatta Papua Yeni Gine’den bile öğrencilerimiz bulunuyor.

Peki neden Türkiye’yi tercih ediyorlar? Bunun birkaç temel sebebi var. Birincisi, özellikle lisans düzeyinde Türkiye’de verilen eğitimin kalite bakımından rekabetçi olmasıdır. İkincisi ise Türkiye’nin “ödenebilir” bir yükseköğretim sistemi sunmasıdır. Aynı eğitim kalitesini birçok ülkede çok daha yüksek maliyetlerle almak mümkünken, Türkiye’de daha makul şartlarda bu eğitime ulaşabiliyorlar.

Bir diğer önemli husus ise şudur: Türkiye’ye gelen uluslararası öğrencilere, kendi vatandaşlarımız gibi muamele ediyoruz. Üniversitelerimizde yabancı öğrencileri dışlayan bir ekosistem kesinlikle yok. Bazı ülkelerde görülen, yabancı öğrencilerin ayrı tutulduğu yapılar Türkiye’de söz konusu değil. Aksine, bu öğrenciler ciddiyetle ele alınıyor ve eğitim sistemimizin doğal bir parçası olarak görülüyor.

"İSTİHDAM VERİLERİNİ DE YAKINDAN TAKİP EDİYOR, DEĞERLENDİRMELERDE BULUNUYORUZ"

Son yıllarda, hatta son 30 yılda üniversitelerin gündemine bazı yeni konular girmeye başladı. 1960’lı, 70’li ve 80’li yıllarda üniversiteler hangi meselelerle uğraşırdı diye baktığınızda, büyük ölçüde eğitimi önceleyen ve eğitime odaklanan gündem maddelerinin konuşulduğunu görürdünüz. Ancak bugün, sizlerin de vurguladığı gibi, istihdam, mezunların istihdamı, iş gücüne katılım ve işsizlik konuları da yükseköğretim kurumlarıyla birlikte tartışılır hâle gelmiştir.

Bu durumun temel nedeni şudur: Yükseköğretim kurumları artık yalnızca eğitimle sınırlı yapılar değildir. Ekonominin, sosyal hayatın, istihdamın, dış politikanın ve hayatın her alanına dokunan kurumlar hâline gelmişlerdir. Bu gerçekliğin daha görünür olmasıyla birlikte, söz konusu tartışmalar son yıllarda doğal olarak gündeme gelmiştir.

Bu açıdan bakıldığında, bu tartışmalar son derece önemlidir. Biz Yükseköğretim Kurulu olarak konuya bu perspektiften yaklaşıyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun son yıllarda açıkladığı istihdam verilerini de yakından takip ediyor, değerlendirmelerde bulunuyoruz.

Örneğin, en güncel verilerle konuşacak olursak; 2025 yılı üçüncü çeyrek istihdam verilerine göre Türkiye’de genel istihdama katılım oranı yüzde 54,4 olarak görülmektedir. Yükseköğretim mezunlarının istihdama katılım oranı ise yüzde 77 civarındadır. Ancak burada asıl vurgulamamız gereken nokta şudur: İstihdama katılan yükseköğretim mezunlarının ne kadarı istihdam edilmektedir? Bu soruya baktığımızda, yükseköğretim mezunlarının yaklaşık yüzde 70’inin şu anda istihdam içinde yer aldığını görüyoruz.

Ancak size tabiri caizse manşetlik iki tespit söylemek isterim. Birincisi, eğitim düzeyi yükseldikçe iş gücüne katılım oranları artmaktadır. İkincisi, eğitim düzeyi yükseldikçe istihdam edilme oranı da yükselmektedir.

Şimdi, yükseköğretim mezunlarının işsizlik oranlarının zaman zaman genel işsizlik oranlarının üzerinde görünmesinin temel sebebi, bu grubun iş gücüne katılım oranının çok yüksek olmasıdır. Yani daha fazla üniversite mezunu iş aradığı için, işsizlik oranı istatistiksel olarak daha yüksek görünmektedir.

Diğer bir ifadeyle, eğitim seviyesi daha düşük olan gruplara baktığınızda, işsizlik oranlarının üniversite mezunlarıyla kıyaslandığında daha düşük olduğu görülür. Bunun temel sebebi ise bu grupların iş gücüne katılım oranlarının daha düşük olmasıdır.

YAPAY ZEKA, MESLEKLERİ TARİHE Mİ GÖMÜYOR?

Yapay zeka fevkalade önemlidir. Son 30 yılda bilim ve teknoloji alanında meydana gelen değişimler, bildiğiniz üzere mevcut mesleklerin varlığını büyük ölçüde tehdit etmektedir. Özellikle yapay zekânın ciddi biçimde yaygın ve genel kullanıma açılmasıyla birlikte, pek çok mesleğin varlığı tartışılır hâle gelmiştir.

Yapılan tahminleri ve yayımlanan raporları hepimiz yakından takip ediyoruz. Pek çok raporda, önümüzdeki yıllarda birçok mesleğin ortadan kalkacağına dair öngörüler yer almaktadır. Bilim ve teknolojide yaşanan bu muazzam dönüşümle birlikte, gerek mevcut iş gücünden gerekse iş gücüne katılacak gençlerden yeni yetkinlikler beklenmektedir. Artık yeni mesleklerden ziyade, sahip olunan yetkinlikler daha fazla ön plana çıkmaktadır.

Bu gelişmeler, tüm sektörlerde olduğu gibi yükseköğretim alanını da ciddi biçimde etkilemektedir. Bu nedenle Yükseköğretim Kurulu olarak üniversitelerimizdeki programları; ön lisans, lisans ve lisansüstü düzeylerde gözden geçiriyor, gençlerimize geleceğin yetkinliklerini ve mesleklerini kazandıracak yeni programlar tasarlıyoruz.

Son üç yılda, yükseköğretim sistemi içerisinde istihdamla bağı zayıflayan, mezun olduktan sonra öğrencilere iş bulma konusunda yeterli katkı sunmayan ya da tabiri caizse demode hâle gelmiş programları sistemin dışına çıkarıyoruz. Bunun yerine, mezunlarımızın küresel ölçekte geçerliliği olan ve halk arasında “altın bilezik” olarak adlandırılan yetkinliklere sahip olmasını sağlayacak programlara ağırlık veriyoruz.

Bu kapsamda, yeni meslekleri icra edebilecekleri yeni programlar inşa ediyoruz. Son üç yılda yalnızca kontenjanlarda değil, program yapılarında da önemli değişiklikler gerçekleştirdik. Tür olarak 175 program yükseköğretim sisteminin dışına çıkarıldı, 443 programın ise kontenjanı düşürüldü.

Buna da değinmek isterim. Yükseköğretim Kurulu olarak üniversitelerimizle birlikte, sözünü ettiğiniz bu dönüşüme ayak uydurabilmek amacıyla Türkiye’de bilişim ve yapay zekâ temelli yeni programlar ihdas ediyoruz. Bu, önceliklerimizin başında geliyor.

Özetle; yapay zekâ ve dijital dönüşüm, sağlıkta dijital dönüşüm, tarımda dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm başlıkları altında üniversitelerimizdeki programları yeniden tasarlıyoruz.

Yaklaşık üç yıldır bu süreci yürütüyoruz. Bu kapsamda yalnızca bir örnek vermek gerekirse, 19 yeni bilişim ve yapay zekâ temelli program hayata geçirdik.

KONTENJANLAR AZALIYOR

Elbette bunu da ifade edelim. Diş hekimliği, eczacılık, eğitim fakültesi programları, hukuk, psikoloji ve mimarlık başta olmak üzere; öğrencilerimizin ilgisinin azaldığı ya da kamu ve özel sektörden topladığımız veriler doğrultusunda mezun sayısı açısından yeterli seviyeye ulaşıldığını gördüğümüz programların kontenjanlarında yeni düzenlemeler yapacağız.

Ancak şunu özellikle vurgulamamız gerekir, Hakan Bey: Bu programların kontenjanlarını bir taraftan düşürürken, diğer taraftan öğrencilerimizin mezuniyet sonrasında iş bulabilecekleri yeni programları da sisteme dâhil ediyoruz. Yani bir alanda daralma yaşanırken, istihdamla güçlü bağı olan alanlarda yeni açılımlar gerçekleştiriyoruz.

Son yıllarda özellikle bilişim, yapay zekâ ve dijital temelli programların sayısında çok ciddi bir artış yaşanıyor. Bilişim ve yapay zekâ temelli programlara öğrencilerimizden yoğun bir talep var. Bununla birlikte, talebi hiçbir zaman azalmayan bazı klasik programlar da bulunuyor. Hukuk her zaman tercih edilen bir alan olmuştur. “Avukat ol, doktor ol” anlayışı hâlâ geçerliliğini koruyor. Diş hekimliği de bu grupta yer alıyor. Bilgisayar mühendisliği programlarının kontenjanlarını ise koruyoruz. Bunun yanı sıra yeni yapay zekâ ve yazılım mühendisliği programlarını da sisteme dâhil ettik.

ÜNİVERSİTELER 3 YILA DÜŞECEK Mİ?

Şimdi bizim niyetimiz şudur: Zamanı daha etkin kullanmak istiyoruz. Türkiye’de, sizlerin de hatırlayacağı üzere, iki yılı aşkın bir süredir ikinci öğretimi kaldırmış bulunuyoruz. Şu anda Türkiye’de ne ön lisans ne de lisans düzeyinde ikinci öğretim bulunmaktadır.

İkinci öğretimin tamamen kaldırılmasıyla birlikte üniversitelerimizin büyük bir bölümünde ciddi bir rahatlama ve boşluk oluşmuştur. Bunun yanında kontenjanlarla ilgili yaptığımız genel düzenlemeler de bölümlerimizi ve fakültelerimizi önemli ölçüde rahatlatmıştır. Dolayısıyla ortaya ciddi bir zaman kazanımı çıkmıştır.

Bizim arzumuz şudur: Öğrencilerimizin program yeterliliklerinden ve öğrenim çıktılarından hiçbir taviz vermeden, yani kredi yükü ve kazanacakları akademik müktesebat açısından herhangi bir eksiltmeye gitmeden, daha kısa sürede mezun olabilmelerinin önünü açmak istiyoruz. Bunun temel amacı, öğrencilerimizin bir an önce hayata atılmalarıdır. Zamanı daha verimli kullansınlar, tabiri caizse aile bütçelerine daha erken katkıda bulunabilsinler ve eğitimin pratik sonuçları daha görünür olsun istiyoruz.

Peki burada hızlandırılmış bir eğitim söz konusu olursa, eğitimin sıkışması ya da bazı konuların atlanması gibi bir durum olur mu? Hayır, kesinlikle böyle bir durum söz konusu olmayacak. Bu konuda kamuoyunda bir kaygı oluşmaması gerekir.

Bakın, 2547 sayılı Kanun’un 44’üncü maddesi bize üçüncü bir dönem, yani ilave bir sömestr uygulama imkânı tanımaktadır. Bu yetkiye dayanarak üniversitelerimizle ve Yükseköğretim Kurulu üyelerimizle birlikte bu alanda çalışmalara başlamış durumdayız. Bu kapsamda, sadece telafi amaçlı yaz okulları yerine, yaz döneminin bir bölümünü de kapsayacak şekilde kullanılabilecek ilave bir sömestr modelini değerlendiriyoruz.

Bu konuda çalışmalarımızı yoğunlaştırmış durumdayız. Bir yıl içerisinde üç sömestr mantığıyla ilerlemeyi hedefliyoruz. Mevcut durumda bir sömestr 14 hafta sürüyor. Biz bu süreyi biraz daha kısaltmayı, ancak öğrencinin alacağı kredilerden, yapacağı projelerden ve akademik çalışmalardan herhangi bir fedakârlık yapmamayı amaçlıyoruz. Programları daha yoğun, daha kompakt ve daha derli toplu bir şekilde yapılandırmayı planlıyoruz.

Bu modelde eğitim, eylülde başlayıp temmuzda sona erecek şekilde düzenlenecek. Yaklaşık 11–12 haftalık sömestrler üzerinden programları yeniden organize ediyoruz. Önümüzdeki yıla yetiştirmeyi arzu ediyoruz. Yani 2026–2027 öğretim dönemini hedefliyoruz. Eğer bu döneme yetişmezse, bir sonraki öğretim döneminde hayata geçirmeyi amaçlıyoruz.

Dört yıllık lisans eğitiminde öğrencilerimiz, herhangi bir kredi azaltımına gidilmeden yine 240 AKTS ile mezun olacaklar. Bu noktayı özellikle vurgulamak isterim; eğitimciler bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilir. Yani kazanılması gereken akademik yeterlilikler aynen korunacaktır.

İki yıllık ön lisans programlarında ise toplam 120 AKTS alınmaya devam edilecektir. Bu programlarda da herhangi bir kısaltmaya gidilmeyecektir. Ancak önemli bir fark vardır: Öğrenciler yine sekiz sömestri tamamlayacaklar, fakat bu sekiz sömestri üç yıl içinde bitirebileceklerdir.

Bu uygulama, Türkiye’de ilk kez hayata geçirilecek bir modeldir. Bununla birlikte, bir-iki üniversitemizde, özellikle bazı vakıf üniversitelerinde, bu sistemin benzer denemeleri birkaç yıldır zaten uygulanmaktadır ve örnekleri mevcuttur.

Kaynak: HABER7.COM

#ESHAHABER.COM.TR #haber #gündem #sondakika #news #press #worldnews
Editor : BİROL ÖZ
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
wordpress hosting Backlink Paketleri Evden Eve Nakliyat www.cyberroboticcenter.com Eşya Depolama İstanbul Boşanma Avukatı