Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Kongre Merkezi'nde "Medeniyetimizde Şehir ve Mekan" temalı Şehircilik Zirvesi ve “Kentkırım Sergisi” açılışında konuştu.
Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları:
İnsan ve mekan ilişkileriyle ilgili Şehircilik Zirvesi ile Kentkırım Sergimiz ve uğraşımız münasebetiyle sizleri AK Parti genel merkezimizde ağırlamanın bahtiyarlığı içindeyim.
Dünyanın dört bir yanından zirveye teşrif eden teşkilat mensuplarımıza, saygıdeğer akademisyenlerimiz ile öğrencilerimize hoş geldiniz, şeref verdiniz diyorum.
AK Parti Çevre ve Şehircilik Politikaları Başkanlığımızca, Sayın Başkan ve ekibine zirvenin düzenlenmesine emek veren tüm arkadaşlarıma kalpten teşekkür ediyorum.
Tüm şehircilik tarihine adını altın harflerle yazdıran ve bir yapı sadece sağlam olmakla yetinmez aynı zamanda zarif olmalıdır diyen büyük usta Mimar Sinan'ın şahsında eserleri ve fikirleriyle bizlere yol gösteren ecdadımızı bir kez daha burada rahmetle iade ediyorum. Bugün de aynı tasavvurla şehirlerimizin imarına katkı yapan, ihyasına destek olan bilim insanlarımızı, sanatçılarımızı, mühendislerimizi tebrik ediyorum. Kardeşlerim, Şehircilik Zirvesi'ni gerek biz politika belirleyenler gerekse bu politikaları uygulama merciinde olan kurumlarımız açısından çok kıymetli buluyoruz. Zirvede sunulacak bildirilerin buradan çıkacak sonuçların şehirlerimize, ülkemize, milletimize yeni ufuklar kazandıracağına inanıyor zirvemizin başarılı geçmesini canı gönülden diliyorum.
"UNUTMAYIN, DÜNYA KONULAN BİR YERDİR"
Aziz kardeşlerim, değerli misafirler; varlığın evi olan dil, onu konuşan ve onunla dünyayı anlamlandıran medeniyetlerin mekân tasavvurunu da belirler. Türkçede en güçlü anlamı “yerleşmek” olan konmak fiili ve ondan türeyen konak, konuk, konut, konu, komşu kelimeleri; hatta aynı kökten gelen konuşmak fiili, milletimizin mekân tasavvuru konusunda nasıl bir zihniyete sahip olduğunu göstermektedir.
Unutmayın, dünya konulan bir yerdir. Bir yere konduğumuzda sadece oradaki insanlarla değil, oradaki canlı ve cansız diğer varlıklarla da komşu olur; komşuluk hukuku geliştiririz.
Gençler, şunu da ifade etmek isterim: Millet olarak, insanın gönlünü Beytullah bilen, evi onunla eşdeğer tutan; gönül yapmayı erdem ve fazilet, gönül yıkmayı ise zulüm ve felaket olarak gören bir anlayışın sahipleriyiz.
Unutmayın, “Dostu nevi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus Emre, aslında bizim mekân tasavvurumuzu da hülasa etmektedir.
"MİLLETİMİZ TARİH BOYUNCA ŞEHİR KURAN BİR MİLLET OLMUŞTUR"
İnancımız, medeniyet birikimimiz ve bunu ifade ettiğimiz dilimiz; yapmak, mamur kılmak, inşa ve ibda etmek merkezlidir. Bunun içindir ki milletimiz tarih boyunca şehir yıkan bir millet olmamış; tam aksine şehir yapan, şehir kuran, fethettiği şehirlere zarar vermek şöyle dursun, onları eskisinden daha mamur hâle getiren bir millet olmuştur.
Şunu özellikle dikkatlerinize çekmek istiyorum: Daha Avrupa şehirlerinin yüzde 80’i bile kurulmadan, Hacı Bayram-ı Veli “Çalab’ın bir şâr yaratmış” diyerek gençlerimize, “Çalabım bir şâr yaratmış” şiiriyle adeta bir şiircilik manifestosu ortaya koymuştur. Bitmedi… “Hüner bir şehr bünyâd eylemektir, reaya kalbin âbâd eylemektir.” buyuran Fatih Sultan Mehmet ise şehir kurmayı, kalp âbâd etmeyle eşdeğer tutmuştur.
Bütün bunlara baktığımızda şunu çok net görebiliyoruz, gençler: Şehir, medeniyetimizde bir arada yaşanan bir mekân olmanın ötesinde; bizatihi kimlik ve kişilik sahibi bir muhatap olarak kabul edilmektedir. İnsan şehre bir kimlik verdiği kadar, şehir de insana bir kimlik bağışlar.
Tarihte ilim, kültür, sanat ve edebiyat erbabının şehirleriyle birlikte anılması, bir hemşerilik refleksinden ziyade, şehrin insana kimlik kazandıran işte bu yönünü vurgular.
Bir diğer çarpıcı gerçek şudur: Geleneksel şehir mimarimizde insanın kalbi, şehrin kalbiyle; şehrin kalbi, insanın kalbiyle birlikte atar derler. Kentimiz kendimizdir. Ve kentimizi nasıl gördüğümüz, kendimizi nasıl gördüğümüzün bir nevi aynasıdır.
"TÜRKİYE, DÜNYADA EŞİ BENZERİ GÖRÜLMEYEN BİR ŞEHİRCİLİK TECRÜBESİNE SAHİPTİR"
Türk-İslam şehir mimarisinde, insanın hakkı gözetilirken; şehirde birlikte yaşadığımız küçük canlıların, kuşların, ağaçların, ufkun, gün ışığının hakkı da gözetilmiş, bunlara her zaman riayet edilmiştir.
Değerli misafirler, aziz kardeşlerim; Türkiye, özellikle de Anadolu, dünyada eşi benzeri görülmeyen bir şehircilik tecrübesine sahiptir. Bin yıldır yurt tuttuğumuz ve ebediyete kadar yurdumuz olacak bu topraklar, dünya şehircilik ve mimari tarihi açısından adeta bir laboratuvar gibidir.
Milletçe, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde bir yandan bu mirasın yaşayan yanlarını bütünüyle alarak yeni terkipler oluştururken, diğer yandan da kendi şehircilik anlayışımızı yansıtan yeni şehirler kurarak coğrafyayı biz vatana dönüştürdük.
Ecdat, fethettiği bir beldeyi öncelikle şehir mimarisi açısından ele almış, abat etmiş ve mamur kılmıştır. Batı’ya ilerleyişimiz, şairin dediği gibi, “ardında çil çil kubbeler serperek” bir fetih hareketiyle birlikte bir imar ve inşa hareketi olarak gerçekleşmiştir.
Haçlı işgalinde taş üstünde taş bırakılmayan İstanbul’un yaraları, Fethin ardından süratle sarıldığı gibi, dünya mimari mirasına Yahya Kemal’in “Türk İstanbul” olarak adlandırdığı yeni bir İstanbul hediye edilmiştir.
Bakın, şurası da fevkalade önemlidir: Ecdat, medeniyet havzası özelliğine sahip, daha öncesinde bir şekilde hanlık merkezi olan, başkent karakterli şehirlere şehzade göndermiştir. Ülke yönetme stajının bir şehri yönetmekten, ülke mamur etme stajının ise bir şehri mamur etmekten geçtiğini uygulamalı olarak göstermiştir.
Nasıl Asya içlerinde kurduğumuz şehirler yerden bitmemişse, nasıl Ahlat birdenbire ortaya çıkmamışsa, dünya mimarlık tarihine armağan ettiğimiz Mimar Sinan da hüdayinabit değildir. Kökleri tarihimiz kadar eski olan kolektif bir şuurun, bir zihniyetin eseri olarak ortaya çıkmıştır.
Gökyüzünü otağının çatısı olarak gören, kubbe mimarisini insanlığa hediye eden; ev yaparken “Sırtını dağa, yüzünü bağa ver” atasözüyle sağlamlığı, ufuk açıklığını ve tarım alanlarının korunmasını öğütleyen milletimizin şehircilikte karşılaştığı açmazları iyi değerlendirmek, mimarimizi yeniden millî üslupla buluşturmak zorundayız.
Fakat doğrusunu söylemek gerekirse, dünya kültür tarihinde şiir, müzik ve mutfakla birlikte ilk sıralarda yer aldığımız sanatların biri de mimari ve şehircilikken, maalesef bu mirastan bugün yeterince istifade edemiyoruz.

